20 Mayıs 2013 Pazartesi

YAŞAM VE ÖLÜME DAİR

YAŞAM VE ÖLÜME DAİR

Yıllar önce adını ve yazarının kim olduğunu hatırlayamadığım Doğu felsefesi üzerine bir kitap okumuştum.
Doğuyu ‘yakın’ ve ‘uzak’ doğu olarak ikiye bölmüştü. Yakın doğu bugünkü ortadoğu yani mezopotamya, uzak doğuyu ise Çin uygarlığına ayırmıştı.
Ortadoğu felsefesini “ateş-güneş”  , uzakdoğu felsefesini ise, “su” ile argümanlandırmıştı.
Ates-güneş, yakıcı ve ısıtıcı niteliği kızıllığı simgeler. Toplumsal yasamda bu cesaret, isyan, başkaldırı, yüreklilik gibi özelliklerle kahramanlığı anlatır. Doğu tarihini ve felsefesi incelendiğinde “Kahramanlık” bir ekol olarak karşımızda durur.
Uzak doğu ise, “suyun girdiği her kaba göre şekil alması gibi, doğal yaşama adapte olan”  sosyal tiplemesine vurgu yapmıştı. Kendini her doğal ortama adapte eden felsefik akım; sabırlı ve sevecen olmayı, esnek ve ihtiyatlı olmayı toplumsal karekter olarak açığa çıkarmıştır.
“Söz gömüşse, sessizlik altındır” sözü, bir uzak doğu tanımlamasıdır. Burda inayet, sabır ve  ihtiyat vardır. İradesi ve kararlığı, aslında esnek görünüşün altında gizlidir.
Batı felsefesi ise, bu iki felsefik akımdan yararlanıp akla ve reelliğe başvurmuştur.
Ortadoğu felsefesinin tersine kahramanlığı bir köseye bırakıp aklı seçen; uzak doğunun şevkat, iyi niyet ve sabırlı yönüne karşı ise reelligi seçmiştir.
Daha doğrusu, kazanmanın yolu nerdeyse onu bulmaya çalışmıştır.
Doğu tarihini inceleyin doğru dürüst bir tane zafer bulamazsınız.  İstisnalar dışında akla dayalı bir tarihsel gelişim ya da felsefik akım yok gibidir.  Doğunun çok ciddi bir zafer tarihi yoktur ama bu güne kadarki tarihi savaş ve isyanlarla yazılıdır.
Ama batı, zafer için ne mümkünse onu yapacak kadar Makyaveldir. “Kahramanlığı” Roma arenalarında bir birini yiyen gladyatörlerin acımasız kavgasına terkmiştir; “kahramanların”  vahşice ölümlerini kahkahalı gülüşleriyle izleyerek “kahramanlık çağını” mezara gömmüştür.
Bir toplumsal gözlemden yola çıkarak, bir düşünceye varmak istiyorum.
Ortadoğulu insanlar vurmaktan, kırmaktan dem vurmayı severler. ‘Sinirli olmayı’, asabiyeti pozitif karekter olarak görürler;  “ben çok sinirliyim” demek adeta bir övgü hazinesidir. Karşısındaki insana baskı ve sindirme aracı gördüğü içindir ki, daha çok asabi olmayı ister.
Ama batı toplumlarında sinirli olmak bir zayıflığın ötesinde güvenilmez, izole edilmesi gereken insanlar, psikobat kişilikler kategorisinde görülür.
Doğu insanları sağlıklarına, yaşamlarına dikkat etmez, ölümü bir kaderin ötesinde  ”nerdeyse daha çabuk gelsin” dercesine azrail ile yarışırlar. Ölümü ararlar adeta!
Ama batılılar azraile yabancıdırlar. Yaşamlarını uzatabildikleri kadar uzatmayı bir yaşam düzeni olarak görürler.
Bu iki örnek bize ölmek ve yaşamanın ne demek olduğunu anlatmaya yetiyor sanırım.
Bu sosyal çarpıklığın bir yansıması olan  ideolojik ve düşünsel yapılarının ekstrem olmasının nedeni bundandır.
“Nasıl yaşarsan öyle düşünürsün” deyimi tamda bu çarpıklığa işaret eder.
Doğu felsefeleri ve ideolojileri radikaldır, reel dünyaya göre ekstremdir. Dolayısıyla ölmek ve öldürmek üzerine kuruludur. Kahramanlık olarak taçlandırılmıştır. Yada daha ileri gidersek, bu dünyada “kahraman”  öbür dünya da ”şehadet”, “cennet” tanımı ile mistik bir ayrıcalık kazandırılmıştır.
Ruhu ve düşünceyi yönlendirmeye çalışırlar, ama sosyal düzeni değiştirmeye dokunmazlar.
Batı felsefesi tersine, sosyal düzeni değişimini esas alarak aklın ve realitenin yolunu tutmuştur; kazanmak, var olmak, başarmanın basamaklarına tırmanarak  hayata asılmıştır. Ölmek yerine yaşamak tezi üzerine düşüncelerini inşa etmiştir.
Amacımız Batıyı tarih karsısında haklı çıkarmak, ya da övmek değildir. Ortadoğunun bu gün bu durumda olmasının Haçlı seferlerinden başlayan günümüze dek süregelen saldırganlık yanısıra, bu gün ise Ortadoğu’yu kışkırtan ve karıştıran batılılıar olduğu genellemesine ikna olsakta, “doğunun zaafı kendi özündedir” sözünü alıkoyamıyoruz.
Kavga ve isyan; kan ve ölüm; katliam ve cinayet; yıkım ve harabe; kutsallık ve kahramanlık; “ebedi” dostluk ve “ebedi” düşmanlıklara inanç, ve bunlar uğruna ölmek ve öldürmek! Doğu tarihinin bir aşağı bir yukarı giden basamaklarıdır adeta.
Ortadoğu kaderini yaşıyor sanki!
Ortadoğu isyancı ve savaşçı karakteri ile “kahramanlık çağına” dolayısayla ölümlere daha çok yaklaşıyor.  Bu karekteri ile, evlatlarını daha çok yiyeceğe benziyor.
Ortadoğu; Roma krallarının sevinçle izlediği gladyatörlerin aslanlara yem olan ve bir birlerini acımasızca “yaşamak” uğruna öldüren gladyatörlere ne kadar da benziyor!
Birileri ölürken, birileri ölüm karşısında şuursuzca sevinecek! 
Hayat ne garip...
Ama tarih daha çok garip...
Sanki bir matruşka oyunu gibi. Her çektiğinde bir benzerini bulursun karşında!









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder