20 Mayıs 2013 Pazartesi

“SULH VE CEBİR” DEN BARIŞ OLUR MU

“SULH VE CEBİR” DEN BARIŞ OLUR MU

“Sulh ve Cebir”  Muhemmed sonrası sunni-islam iktidarın müslüman olmayan halklara uyguladığı politikadır. Arapçadan dilimize gelen “sulh” ve “cebir” “barış ve zorlamaanlamına geliyor.
Muhammedin islamiyeti yayma anlayışı, müslüman olmayan devletleri “mektup” yoluyla islamiyete “davet” ederken,  birey ve toplulukları  ise “vaaz yoluyla ikna” etmeye dayanır.  Muhammedin islamlaştırmadaki “ ikna ve davet” politikası, sunni iktidarın sahipleri tarafından “sulh ve cebir”e dönüştürülmüştür.
Yıllarca Muhammedin ordularına karşı savaşmış, zamanında yüzlerce müslüman kanı dökmüş Halid Bin Velid ve Amr ibn As islam devriminin kaçınılmazlığını görünce, islamiyeti kabul ederek bu kez islam komutanlığını ele geçirmişlerdir. “İslamın keskin kılıcı” olan bu ikili, Araplaşma ve islamlaştırma politikasının “cebir” bölümünü oluştururken oyun ve entrikalarla bezeli  “islam ve ümmet kardeşliği” ise “sulh” olarak sunulmuştur.
Kılıcı halkların boğazına dayayarak, kelimeyi Şehadete getirmek, islamlaşmanın yegane yolu seçilmiştir. “Ya ölüm, ya da kelime-i şehadet” ile müslümanlığı kabul, sulh ve cebiri anlatır. İslamı güzellikle kabul etmek “sulh” olurken, direnmek ise kılıç yoluyla “cebir” politikasıyla karşılığını buluyordu.
Sunni-iktidarın halkları islamlaştırma ve tarihini yazdırma bu şekilde gelişmiştir.
Arap tarihi incelendiğinde karşımıza tamamıyla bir yalan tarihi çıkar. İslam entellektüelleri buna “küfür tarihi”  derler.  Arapların en büyük yalanı “Allah adına ant içme” manasına gelen “vallah” dedikleri andır.  Mazlumlar, halklar, bilinçsiz yoksullar hep bu “vallah” ile kandırılıp, kılıçla susturulmuştur.
Türklerin siyaset tarihi “Abbasi devletindeki oyunlardan öğrendikleri yalan ve oyunlar” ile başlamıştır. Abbasi devlet sistemi “Türklerin devletleşmesi için bir okul işlevi gördü” tanımı bu nedenledir.
Bizans ve Abbasi imparatorluğunun çekişmesinin “entrikalı” yıllarında doğan;  islamlaşmayı “tarihin fırsatı” olarak gören Türklerin islamlaşması, Amr ibn As ile Halid Bin Velid’in islamlaşmasından farklı değildir. Biri “zorunluluktan” diğeri ise “tarihsel fırsat”tan islamı kabul etmiştir.
Bu askeri ikili kanlı elleriyle müslümün olmayan halklara karşı  “islamın keskin kılıcı” rolü oynarken; Türkler ise Abbasi imparatorluğuna başkaldıran isyanları bastıran “köle bekçileri” rolü ile tarihte benzeşmişlerdir.
Yüzünü Batıya çevirmiş ama ruhunu Doğunun “küfür” siyasetinden almış Türk tarihinde “sulh ve cebir” yeri gelince  “kırk katır mı kırk satır mı” şeklinde uygulanmıştır, yeri geldiğinde ise en anlı-şanlı Arap oyunlarını bile geride bırakmışlardır.  Arapların “vallah” yemini, Türk uluslaşmasıyla birlikte “Türklük sözü” olarak devam ettirilmiştir.
Dünyanın en büyük iki yalanı, Arapların “vallah” yemini ile Türklerin “Türklük sözü” olduğunu, en iyi Doğu tarihçileri anlatırlar.
Türklük tarihi, “batı karşısında yediği kazıklardan,  kazık atmayı öğrenen” bir tarihtir. Bu “kazık yeme tarihinin” en büyük kurbanı ise yine Kürtlerdir. Rumlar, Ermeniler belki acımasızca katledilmiştir, ama sonunda dünya milletleri içinde yerlerini almışlardır.
Ya kürtler! dediğimizde “her seferinde dolandırılan, ve dolandırıldıkça bağışıklık kazanan” trajik-komik bir tarihe sahiplik etmeleri, tarihsel olduğu kadar sosyolojik bir analizi gerektirir.
Kürt tarihindeki tüm isyanların bastırılmasında “sulh ve cebir” siyasetini görmek mümkündür. İsyan, kanlı kılıçla bastırılmıştır, isyan liderlerine vaad verilmiştir, görüşmeye çağırılmıştır, sonra punduna getirilip idam sehpasına götürülmüştür. Türklük tarihi nasıl aldatma tarihiyse, Kürtlük tarihi de aldatılmanın tarihidir.
“Osmanlı’da oyun çoktur” sözünü eğer doğru yorumlarsak, Osmanlının oyununa gelen “aldatılmayı bekleyen ahmaklar”ın çokluğuyla karşılaşırız. Suçu  sadece oyunu kurandan değil, oyuna gelen kurbandan da bulmak zorundayız.
Bu tarihsel referans ile son yaşadıklarımız bizi ortak bir noktada buluşturuyor. Kuşku! Bir çok Kürt aydın ve hatta siyasetçinin önce “kuşkulu” sonra gelişmelere göre “karamsar” ya da “iyimser” olması bundan kaynaklıdır.
Bazı Kürtler tarafından Akp’nin “barış sunucusu” olarak  görünmesi, Kürtlerin ise “barış karşıtı” olarak tanımlanması, kurbanla mağdurun yer değiştişmiş hali sanki!  
Siyasetin iyi niyetler üzerinde yapılmadığını gayet iyi biliyoruz. Herkesin niyeti kendine saklı kalsın da, ama herkesin çözümü ortaya çıksın demek lazım. İşte bu noktada Akp’nin ne kadar samimi ve ne kadar artniyetli olduğunu, Akp retoriğinden ziyade yaptıklarına bakarak anlam vermek zorundayız.
Bir ilk okul öğrencisini hizaya getirmeye çalışan öğretmen gibi Erdoğan Kürt siyasetçilerini hizaya getirerek mi barış yapacak!  Kılık kıyafetinden, nasıl konuşması ve davranması gerektiğine kadar hizaya getirilmek istenen çocuk misali, Kürt siyasetçileri şahsında Kürtleri aşağılayıp, onurdan ediyor.
“Ekonomik kuşatma yasalarla” Kürt zenginlerini etkisizleştirip, yoksul Kürtleri bıkkınlığa sürükleyerek, çözümüne entegre etmek istiyor.
Kürtleri aşağılayan ve aşağılanma zemininde entegrasyona zorlama, barıştan ziyade tarihten miras kalan “sulh” yoluyla aldatma, “cebir” yoluyla  da onursuzlaştırıp teslim almaktan öte bir şey değildir.
Paris cinayeti, Erdoğan’ın otoriter tavrı, Kürtleri aşağılayan söylemleri ve kendine muhtaç ettiren demeçleri “cebiri” içerirken “silahlar sussun, siyaset konuşsun” söylemi ise aldatma ve oyalamayı aşmayan “sulh” kapsamına giriyor anlaşılan.
O zaman sürecin adını doğru koymak lazım; Kürtleri  Türk devletine entegre etme çözümü! Zorla ya da hileyle Kürtlere yutturulmak istenen bu “entegre” siyaseti “barış projesi” olarak sunulmaktadır.
Akp, Türk ve Kürt kamuoyunu etkileyen “barışçıl” kimliğiyle sanatçısından, gazetecisine, yazarından din adamına kadar barış havası çalıyorsa, Kürtler “gizli görüşmeler” hapsinden çıkıp bir an önce çözüm projelerini ortaya koymaları gerekiyor. Kürtlerin çözüm talebi nelerdir sorusuna karşılık halen verilebilecek yeterli bir cevap yoktur.
Akp’nin “entegrasyon” politikasını deşifre etmek için Kürtlerin ortaya koydukları sistemli bir barış projesi ile gündeme girmeleri gerekiyor. “Terör, silahları bırakma” tartışması değil, Kürtlerin özgürlük talepleri gündemi belirlemelidir. “Kürtler neler istiyor, talepleri nelerdir” tartışmasını başlatmak gerekiyor. Aksi takdirde bunu da Akp belirlerse o zaman tüm yollar “entegrasyona” çıkıyor anlamına gelecektir.
Kürtlerin talepleri yerine Akp’nin taleplerinin gündemi işgal etmesi, önümüzdeki günlerde Kürt siysaetçilerini cidden zorlayacak bir ruhsal baskı dalgası olacaktır.
Barışı herkes arzu eder, ama herkes gerçekleştiremez. Zor olmasının sebebi, herkesin istediği bir şeyi herkesin yapamayacak kudrette olmasıdır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder